“Gitar bir çığlıktır.” diyor İspanyol yazar Michel Del Castillo bu kitabıyla ilgili, ve ekliyor “İlk kitabımda atmak istemediğim çığlığı burada attım.” Okuyacağınız satırlarda, kulağımı sağır eden bu çığlığın acısı var.
“Peki ölümün sırtından geçinmeyen kim var,
Kim kucaklamadı bir iskeleti, kim öpmedi?
Bu kokular, giysiler, bu süs püs neye yarar?
Seni hor görenlerin kendileri güzel mi?
Charles Baudelaire(1821-1867)-Kötülük Çiçekleri
“Çirkinim. Korkutan bir çirkinlik bu.” sözleriyle başlıyor kahraman. “Kime göre?” diye soruyor hemen içimdeki ses.. Ve bu kitap daha önce hiç kafa yormadığım bir konuyla aklımı bulandırıyor…
“Çirkinlik” nedir diye sorulsa, çoğumuzun aklına önce hemen fiziki çirkinlik gelir, belki bir kaçımız da ahlaki açıdan durum değerlendirmesine girişebilir. Oysa bu kavramın bütün çirkinlik anlayışlarımızı kapsayan, ispat edilebilir bir tasviri yoktur; ne kutsal kitaplarda, ne sanatta, ne de herhangi bir kaynakta.
Kitabın baş kahramanı Galicia’lı kambur tek gözlü cüce, kendini bana fiziksel bir çirkinlik tasviriyle açtıysa da, benim içimdeki hiddeti kabartan, kalbi zift gibi kapkara ve yüreği çöp kokan insanlar var kitap boyunca.. Bunlar da bir tür çirkinlik midir?
Çirkin mi? Kime göre, yani hangi kişiye, hangi gruba, hangi millete göre? Hangi dine veya tarihin hangi dönemine göre? Hangi coğrafyaya ve hangi kültüre göre?
Her ne kadar asırlardır çirkinliği anlatmaya çalışsa da filozoflar kendilerince, yine varılan sonuç görecelidir. Çirkinliğin en çok tartışılan yanlarından biri; bu kavramı insanın doğuştan mı getirdiği yoksa sonradan mı edindiğidir. Bilimsel bir çalışmanın videosunda, 6 aylık bebekleri bir dizi davranış testine tabi tuttuklarını görmüştüm. Kullanılan hayvanların türlerini hatırladığımdan emin değilim açıkçası ama şöyle oluyordu: Bebeklere izletilen ilk videoda, peluş bir ayıcık bir topla oynuyor ve peluş bir tavşancık gelip onun topunu zorla elinden alıyor. Ayıcık üzülüyor. Sonrasında videodaki peluş oyuncaklar bebeklere oynamaları için uzatıldığında bebeklerin neredeyse tamamına yakını ayıcığı tercih ederken; aynı video, karakterler yer değiştirerek izletildiğinde ise, bebeklerin yine tamamına yakını oynamak için bu kez tavşanı tercih ediyor. Çalışma böylece, çocukların ahlaki kavramları doğuştan getirdiği sonucuna varıyordu.
***
Aynı sebepten dolayı bu durum bana çirkinlik düşüncesinin de “ahlaki” boyutunun( yani bir davranışı çirkin bulma gibi) doğuştan gelebildiğini düşündürüyor. Diğer taraftan, çirkinliğin “fiziki” olan boyutunun (bir yüzü, bir binayı ya da soyut bir sanat eserini çirkin bulmak gibi) tamamen sonradan kazanıldığını düşünüyorum. Bu konudaki dayanağım ise “fiziksel” çirkinliğin, zaman içerisinde ve toplumdan topluma ve o toplumların içerisinde de kişiden kişiye değişebilen bir kavram olması. Bence “moda” buna çok canlı bir örnektir. Beş yıl önce bayılarak giydiğimiz bir elbiseyle çektirdiğimiz bir fotoğrafa bakarken bugün gülebiliyor, “Allah’ım, bu elbiseyi nasıl giyebilmişim, çok çirkin” diyebiliyoruz. Ya da benim yüzlerce lira dökerek alıp aşkla giydiğim bir ayakkabıya, bir başkası “bedava verseler giymem” diyebiliyor 🙂
Doğuştan da gelebileceğini düşündüğüm “ahlaki” anlamda çirkinliğin de, yine topluma ve kişiye göre değişen yanları var. Toplu taşıma aracında bir Polonyalı burnunu çok gürültülü bir şekilde temizlediğinde, herkes bunu normal karşılarken, aynı durum Türklerde “çok çirkin bir davranış” olarak addediliyor. Yine kırmızı ışıkta beklerken öpüşen bir çift birilerine çok “romantik” gelirken, başka birilerine “görüntü çirkinliği” yaratabiliyor.
***
“Çirkinliğin Tarihi” adlı kitabında bu kavramın “göreceliliği” hususunda şu alıntılara yer veriyor ünlü yazar ve düşünür Umberto Eco (s.10) :
“Muhtemelen Yunan efsanelerindeki tek gözlü devler, büyük ihtimalle iki gözlü olanlara hayranlıkla bakardı, bizse her ikisini hatta üç gözlü yaratıkları da hayranlıkla karışık garipseriz…Biz siyah Etiyopyalıları çirkin buluyoruz ama onların arasında en güzel kabul edilen en siyahtır.” (Vitryli James)
“Bir kara kurbağasına güzelliğin, gerçek güzelliğin, tokalon’un ne olduğunu sorun. Size kahverengi sırtını ve sarı karnını, geniş düz boğazını ve küçük başından pörtlemiş iki yuvarlak gözleriyle güzelliğin dişisinden oluştuğunu söyleyecektir. Gineli bir zenciye sorun; onun için güzellik siyah yağlı bir cilt, içe gömük gözler ve düz bir burundur. Şeytana sorun; size güzelliğin bir çift boynuz, dört pençe ve bir kuyruk olduğunu söyleyecektir.”(Voltaire)
Eco kitabında çirkinliğin sosyo-politik kriterlerden de kaynaklanabildiğini ileri sürer ve Marx’tan (s.12) şu alıntıyı yapar:
“Para herhangi bir şeyi alabilme, tüm nesneleri edinebilme özelliğine sahip olduğu için, bu yüzden sahip olma kavramına değen ilk egemen nesnedir…Gücümün sınırı, sahip olduğum paranın gücü kadardır…Ne olduğum ve ne yaptığım bu yüzden en ufak bir şekilde kişiliğimle saptanmaz. Çirkinim, ama kendime kadınların en güzelini satın alabilirim. Bu sebeple çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi, hayal kırıklığına uğratan gücü para ile iptal edilmiştir. Bir birey olarak topalım; ama para bana yirmidört ayak verir: bu yüzden de topal değilim…Param tüm engelliliğimi tersine çevirebilir mi? ”
Marx’ın bu sorusuna Gitar adlı bu kitabında Michel Del Castillo fazlasıyla acı bir cevap veriyor farkında olmadan. Çünkü kendini “korkunç” olarak tasvir eden bu insanın, neredeyse yaşadığı şehri satın alacak kadar parası olmasına rağmen, sırf çirkin olduğu için yalnız, kelimenin tam anlamıyla yapayalnız kalışı var çünkü bu kitapta. Parasının zoruyla istediği kadını elde edebiliyor, ama sadece bedenini.. Kimsenin kendisini sevmesini sağlayamıyor. Çünkü herkesin, rahibin gözünde bile, o korkunç bir “çirkin”…
***
Farkında mısınız bilmem; bedensel bir çirkinliğe, ahlaki çirkinliğe olan tahammülümüzün yarısını bile gösteremiyoruz… Victor Hugo’nun ölümsüz eserindeki topal, kambur ve ağır işiten Quasimodo’nun yüzü, güzel Esmeralda’nın yakışıklı sevgilisinin “ahlaksızlığından” herhalde daha çok mide bulandırmıştır. Quasimodo’ya duyulan hislerin en iyisi “acıma” olabilir. Onu normal bir “insan” olarak görebilmek, kendini normal olarak nitelendiren insanların çok azına nasip olmuştur.
***
Aynı durum, İngiliz John Merrick’in trajik gerçek yaşam öyküsünün anlatıldığı “Fil Adam” filminde de açıkça resmediliyor. İnsanların onun “çirkin” oluşuna verdikleri tepki; ona- kimseye zarar vermemesine rağmen- bir canavarmış gibi davranılması; bir “ucubeler” sirkinde aşağılayarak ve fiziksel şiddet göstererek ona bir sirk hayvanı muamelesi yapılması; ve sahibinin(!) ondan “o bir ucube, başka türlü nasıl yaşayabilir ki?” diye bahsetmesi insanın kanını donduran sahnelerin birkaçı sadece. Doktoru Treves’e John’un zihinsel durumu sorulduğunda verdiği cevap ise trajikti; “O tamamen aptal birisi. Yani, umarım öyledir.” Çünkü doktor, akıllı bir insanın böyle bir yaşama tahammül gösterebileceğine inanmıyor, inanmak istemiyordu.
***
Aynı hislerle “Gitar” kitabında da “cüce” şöyle yakınıyor: “Bir cüce kesinlikle bir kalp sahibi olmamalıydı. O, bir kalp sahibi olmak için yaratılmamıştır.”
Tertemiz ve kırılgan kalbini hiçe sayan, ona sadece parası için tahammül gösteren insanlardan nefret etmeye başladığında ise:
“Onlardan iğreniyordum. Sevgiyi arayıp da kötülüğü bulmaktan daha acı bir şey olamaz.” satırlarını yazıyor kitabına… İnsanların güzel yüzlerinin ardında gizledikleri küflenmiş kalpleri, çirkin bir yüzün ardındaki yumuşacık ve kocaman bir yüreği paramparça edebiliyor yani.. Ve daha da acısı, cüce artık iyi bir insan olmaktan vazgeçtiğinde, onu “kötü kalpli canavar” olarak nitelendiren de yine bu kötü kalpli insanlar!
***
Örnekler açıkça gözler önüne seriyor ki, fiziksel çirkinlik insanların görmeye tahammül edemediği bir şey. Peki ne yapacağız bunu düzeltmek için?
İşte tam da burada sanatın iyileştirici gücüne başvurmak gerektiğini düşünüyorum.. Kendimizin ve ardımızdan gelen nesillerin ruhlarını sanatla yıkamanın gerekliliğine inanıyorum. 3 bacaklı insanlar çizen 5 yaşındaki kızımıza; güneşi mavi, insanı yeşil çizen 10 yaşındaki oğlumuza ortaya koyduğu eserin çirkin, yanlış, kötü olduğunu söylememek, bunu yapabilmek için de önce bizim onların çirkin olduğunu düşünmememiz gerek. Socrates’in portresine, Camillie Claudel’in Clotho’suna, Picasso’nun Ağlayan Kadın’ına, Fil Adam’ın gülümsemesine ve Quasimodo’nun aşkına tiksinmeden ve acımadan; saygıyla, sevgiyle ve insanca bakmayı öğrenebildiğimizde artık en azından fiziksel çirkinliklerden temizlenmiş oluruz. İşte o zaman Cüce’nin gitarı, yani tek dostu, tek aşkı; Linda’nın saçlarından dökülen nağmeleri duyabiliriz.
İşte o zaman gerçekten insan olabiliriz.
Hadi eyvallah…
meliha atıcı
Dün gece bitirdim bu kitabı sonra dedim acaba bizlermiyiz kötü diye şikayet ettiklerimizi o hale getirmeye sebep yada iyi olmaya çalıştıkça insanlar tarafından kötülüğe itilen…..sayende okudugum çok güzel bir roman…önerilerini bekliyorum kuzum tekrar teşekkürler…
Mine Mutlupoyraz Ataş
Bazı insanları kötulüğe iten biziz malesef.. cok ince bir anlayis gerek yaptiklarimizin yol acabilecegi seyleri gormek icin.. insallah o anlayisa erisiriz… tesekkurler Melihacim…
Bülent
Emeginize saglik
Mine Mutlupoyraz Ataş
Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için! Saygılarımla..
Gitar Kursu İzmir
Güzel Paylaşım
Mine Mutlupoyraz Ataş
Çok teşekkür ederim..Saygılarımla.
Mehmet KILINÇ
Yazınızda geçen kitabı yine sizin tavsiyenizle çok kısa sürede bitirdim. Çok acıklı, hüzünlü bir hikaye. Ve insanlar neden bu kadar acımasız olabiliyorlar ki? Çirkinlik bir suç mu? Ya da ne ye göre çirkin/güzel? Bunu kim belirliyor ki? Ne der Mevlana: Kalpte ne varsa, dilden o dökülür! Önce kendi içimizi güzelleştirelim ki, etraftaki çirkinliklere laf edebilelim…Saygılarımla sayın hocam…:))
Mine Mutlupoyraz Ataş
Sevgili dostum, ne kadar haklısınız.. önce içimizden başlamalı.. teşekkürler yorum için!
Gitar Kursu
Yazınız için teşekkürler, güzel bir yazı olmuş, saygılarımla. http://gitarkursuizmir.net/
Mine Mutlupoyraz Ataş
Çok teşekkür ederim, yeniden! 🙂
Gitar Kursu İzmir
Harikasınız, çok samimi bir yazı olmuş.
http://sozkonususanat.com/kurslar/muzik-kursu/gitar-kursu/
Mine Mutlupoyraz Ataş
Teşekkür ederim 🙂
Meltem Deniz
Gitar gerçekten bir çığlık (: Teşekkürler yazı için.
http://taskagitsanat.com/gitarkursuizmir.html
Mine Mutlupoyraz Ataş
Ben teşekkür ederim!:)
Burcu
Emeğiniz için teşekkürler
Espas Sanat
GÖKÇEN ÇATL
“Peki ölümün sırtından geçinmeyen kim var,
Kim kucaklamadı bir iskeleti, kim öpmedi?
Bu kokular, giysiler, bu süs püs neye yarar?
Seni hor görenlerin kendileri güzel mi ?
Mine Mutlupoyraz Ataş
🙂 Çok güzel değil mi…
Enginselekoğlu
Her sıfatın olduğu gibi çirkinliğin de görece olduğu bakış açısıyla yaptığınız yorumlar can alıcı olmuş. Kitap güzeldi. Sizin önderliğinizdeki kitap kulübü buluşmalarında okuduğum kitapların tadı çıkıyor sanki.Okuduğumuz diğer kitaplar gibi bu Kitapta kulüp ile Birlikte daha güzeldi. Buluşma için okuduğum kitabı iki değil dört beş altı gözle okuyorum. Sanki daha önce kitapları okurken çiğnermişim ama yutmazmışım. Dana sürpriz dediğiniz sanatsal etkinlikleri merak ediyorum. Emeklerinize sağlık.